9 Temmuz 2016 Cumartesi

Neden Faizsiz Bankacılık?

Günümüzde Türkiye’de ve dünyada faizsiz bankacılığın yaygınlaşması ve ekonomilerin gün geçtikçe vazgeçilmez bir unsuru haline gelmeye başlamasının gerçekten çok önemli nedenleri var. Bu konuya değinmemiz son zamanlarda faizsiz bankacılığın hangi yönde yol aldığı konusunda fikir sahibi olmamıza yardımcı olabilir.
Yukarıda da değindiğim gibi faizsiz bankacılığın ya da Katılım Bankalarının talep edilmesindeki en önemli neden İslam dininde yer alan faiz hassasiyetidir. Buradaki hassas nokta, paranın yatırılma karşılığında ne olursa olsun, parayı kullananın(bankanın) ister zarar etsin isterse kâr etsin, belli bir oranda daha fazla geri ödeyeceğini mudiye garanti etmesidir. İşte bu şekilde elde edilebilecek kazanç bir tarafın malvarlığında artışa, diğer bir tarafınsa malvarlığında azalmaya sebebiyet verdiği için İslam dinine göre caiz sayılmamaktadır. Bu hassasiyete önem veren kişiler ise katılım bankaları ile kar-zarar ortaklığı adı altında, tasarruflarıyla gerçek anlamda bir ticarete katılarak değerlendirmek, garanti bir meblağ geri ödemesi (faiz) olmayan fakat kâr elde edilebilecek bankacılık işlemlerine dahil olmak istemektedir.
Tamamen faiz hassasiyeti nedeniyle değil de, farklı faktörlerin de tercih nedeni olabileceğini belirttim. Bunlardan en önemlilerinden bir tanesi sermayenin marjinal verimliliğinin piyasa faiz haddinden yüksek olduğu ekonomilerdir. Yani enflasyonun ve faizlerin düşmesiyle piyasadaki karlılığın artması anlamına gelen bu durum, reel ekonomiye sadece “gerçek ticaret” yoluyla yani mal alım-satımıyla mikro bazda katkı sağlamayacak, Harrod-Domar modelinde olduğu gibi kapasite artırıcı yatırımları da özendirerek makro düzeyde büyümeye de neden olacaktır. İşte böyle bir ortamın varlığı ya da en azından ekonomideki gidişin bu yönde olması demek, Katılım Bankaları’nın ya da faizsiz bankacılığın etkinliğinin ve de yaptığı bankacılık hizmeti sonucu tasarruf sahiplerine dağıttığı karpaylarının artması demektir. Çünkü Katılım Bankaları’nın dinamik, sürekli kendini yenileyen ve rekabet halindeki yapısının, faizle çalışmaya alışan bankaların hantallaşmış ve de yenilik üretemeyen yapısına üstünlük sağlayacağı aşikardır.

Katılım Bankaları’nın tercih edilme nedenlerinden biri de leasing işlemleridir. Bilindiği üzere özellikle ülkemizde leasing gerek KDV avantajı, gerek leasing’e konu olan malların haczedilememesigerekse de üçüncü kişilerin iyiniyetlerini korumaması gibi nedenlerle tercih edilebilen bir üründür. Ülkemizde de leasing işlemlerini yapabilecek tek banka türü mevzuat gereği Katılım Bankalarıdır. Diğer mevduat bankaları ise sadece kendi kurdukları leasing şirketleri ile bunu gerçekleştirmektedir. Fakat katılım bankalarının temel işlevlerinden biri olması ve bu işi banka sıfatıyla yani banka olma ağırlığıyla gerçekleştirmesi katılım bankalarını mevduat bankalarından ayıran diğer bir husustur.

Bir başka neden de kullandırılan krediler açısındadır. Ekonomilerde konjonktürel dalgalanma dönemlerinde kullandırılan kredilerin geri ödemelerinde daha önceden belirlenen faiz oranları dalgalanmanın durumuna göre artmakta olup, sabit kalmama riski her zaman mevcut olabilmektedir. Katılım bankaları ise kullandırdıkları krediler üzerine ekledikleri karpaylarını ise bir ticari işlem olduğu için değiştirmemektedirler. Bu stabil karpayları dolayısıyla kredi kullanan müşterinin ek bir külfete girme riski çok düşük olmaktadır. Şunu unutmamak gerekir; 2001 krizinde faizlerin ulaştığı boyutlar krizin şiddetini o kadar artırdı ki ekonomi beklenenden daha fazla küçüldü. Halbuki o dönemde özel finans kurumlarının ekonomideki payı yüksek olsa idi, fahiş faiz getirisi elde edenlerin sayısı az olacak ve müşterilerinin geri ödemeleri, kullandırım öncesi anlaşılan fiyattan devam edeceği için fahiş kâr da elde edilemeyecekti. Bu da kriz dalgalarının şiddetini azaltacak, ekonomideki büyük tahribatlarını engelleyecekti.

Devlet otoritesi açısından da ele alırsak çok önemli bir tercih nedeni daha bulabiliriz. Mevduat bankalarının kullandırdıkları krediler asıl amacından sapıp başka türlü şekillerde de kullanılabiliyor. Bunun sonucunda da kullanılan kredi verimsiz hale gelip battığı görülmektedir. O zaman da kullandırılan kredinin ne kullanana ne de ekonomiye olumlu bir katkısı kalmamaktadır. Katılım bankalarında ise durum bundan çok farklıdır. Müşteriye direkt olarak nakit kredi verilmediği gibi yapılacak kullandırım yani kredi ödemesi satıcıya bizzat banka tarafından yapılmaktadır. Bu da kullandırılan kredinin gerçek ticaret amacı dahilinde kullandırıldığını garanti etmekte, ekonomide nominal değil reel bir artış sağlayarak da GSMH’yı olumlu etkilemektedir. Her devlet otoritesinin ise her zaman arzuladığı bir durum olduğu için de katılım bankaları desteklenen, desteklenmesi gereken kurumlar arasındadır.
Daha da fazlası sayılabilecek bütün bu nedenler, Katılım bankalarının ne denli stratejik kurumlar olduğunu ve son dönemlerde yalnız Türkiye’de değil küreselleşen dünyada da gün geçtikçe önemi artan, yaygınlaşan ve ekonominin ne denli vazgeçilmez bir sektörü haline geldiğini göstermektedir.

Türkiye’de Faizsiz Bankacılık
2000 ve de 2001 finansal krizlerinden sonra güvenini iyice yitiren bankacılık sektörü ciddi bir değişim sürecine girdi. Ülke ekonomisindeki büyüme ve bunun yanında mali reformlar, enflasyondaki düşüş, siyasette de yıllardır özlenen istikrar ile birlikte bankacılık sektörü yeniden güven tazelerken, yeni Bankacılık Kanunu ve geçtiğimiz Kasım ayında yayınlanan çeşitli yönetmeliklerle birlikte bugün çok daha sağlam bir alt yapıya oturtulmuştur. Bütün bu gelişmeler ise faizsiz bankacılığın eskisinden çok daha etkin olmasına imkan sağlamış, hitap ettiği kitlelerin yastık altındaki birikimlerini yavaş yavaş ekonomiye kanalize etmelerine yardımcı olmaya başlamıştır. Dolayısıyla ekonominin sürdürülebilir bir istikrara sahip olmasına yarayacak yeni bir kaynak ortaya çıkmaktadır.

Enflasyonun bir rekora imza atıp son 35 yılın tek haneli pozisyonlara düşmesi aynı anda birçok parametreyi de etkilemiştir. Bu parametrelerden en önemlisi olan faiz oranları düşmeye ve yabancı sermayenin de Türkiye’ye olan güveni artmaya başlamıştır. Bu güven de Avrupa Birliği yolunda Basel II. kriterleri ile birlikte daha sağlam bir platforma taşınmakta, iyiden iyiye pekişmeye devam etmektedir.

Yıllardır süregelen bir alışkanlık olarak, yüksek faizler karşılığında portföylerinin çok büyük bir bölümünde Hazine Bonosu ve Devlet Tahvilleri bulunduran bankalar asli görevlerini unutmuş, yapılarını iyice hantallaştırmış, yenilik üretemez hale gelmişlerdir. Katılım bankaları ise tam tersine rekabetçi yapısı, asli görevlerinin bilincinde olması, ciddiyeti ve samimiyetiyle reel sektör için yaptığı bankacılık gün geçtikçe Türkiye’de hanehalkı ve ekonomide yer alan aktörler arasında popülaritesini iyice artırmış, yaygınlaşmaya başlamıştır.

Dünyada Faizsiz Bankacılık
2 milyona yakın Müslüman nüfusunun yaşadığı İngiltere’de, faizsiz bankacılık gerçekten de rağbet görmektedir. HSBC’nin 2001 yılından bu yana bünyesinde faizsiz bankacılığa da yer vermesi; gerek bu müslümanların tasarruflarını kendi protföylerine kanalize etme, gerekse de katılım bankacılarının ortak amacı olan körfez ekonomisindeki sermayeyi çekme amacı gütmektedir. Bu banka, aynı amaçla işlem ağını genişletmiş ve dünyanın birçok ülkesinde de faaliyet göstermeye devam etmektedir. Bunun yanı sıra yakın bir tarihte merkezi Birmingham’da olan Islamic Bank of Britain (IBB) adında faizsiz yöntemle çalışabilecek bir banka kurulmuştur. Bu Banka faizsiz sisteme ait ürünler üretebilecek, kendi başına faaliyette bulunacak bağımsız bir banka olma özelliği ile İngiltere’de bu alandaki ilk banka olma yolunda faaliyetlerine devam etmektedir. Böylece Müslümanlar’a karşı daha fazla güven tesis edilebileceği ve de fonları çekmedeki zorluklar daha kolay aşılabileceği düşüncesi mevcuttur.

Rusya’nın ise 20 milyon kişi gibi, İngiltere’den çok daha fazla Müslüman nüfusa sahip olması, ekonomiye ek bir kaynak sağlaması açısından Rus hükümetinin tabiri yerinde ise ağzını sulandırmaktadır. Bu amaçla merkezi Moskova olmak üzere Bedirbank adında faizsiz olarak çalışacak bir banka kurulmuştur. Sözü edilen bu banka İslam Kalkınma Bankası ile işbirliği yapmakta ve hedeflerinin faizsiz bankacılık konusunda dünyada isim yapmak olduğu yetkililerince belirtilmektedir.

Mısır’da geleneksel bankacılık yanında alternatif bir bankacılık teşkil eden faizsiz bankacılık, finansal sektörde önemli bir role sahiptir. Sözkonusu ülkede geleneksel bankacılığa ancak belli bir faiz haddine kadar izin verilmektedir. Suudi Arabistan ile ortak olunarak kurulan Mısır Faisal Bankası ve tamamıyla Mısırlılar’a ait olan Uluslararası Yatırım Bankası, faizsiz çalışan bankalara örnektir. Aynı şekilde Kuveyt ve Birleşik Arap ülkelerinde de ticari borçlarda belli bir oranı geçmemek üzere faiz alınabilmektedir. Fakat Kuveyt, Körfez Savaşı ile faizsiz sisteminde büyük darbelere maruz kalsa da halen Körfez ülkeleri arasında faizsiz bankacılığı en yoğun yapan ülkelerden biridir.

http://ustatlar.net/images/stories/tkbb1.jpg

Kaynak: Türkiye Katılım Bankalar Birliği, 2010

Suudi Arabistan, İran ve Pakistan’da her türlü faiz işlem yasak olduğu için faizsiz bankacılık bu ülkelerde de çok önemli bir boyutlardadır.

Türkiye gibi, çoğunluğu Müslüman ve lâik bir ülke olan Malezya’da mevduat bankacılığın yanında faizsiz bankacılığı da ekonomisinde bulundurmaktadır. Bank Islam Malaysia Berhad, Bank Muamalat Malaysia Berhad adında günümüzde 2 adet faizsiz çalışan bankası bulunmaktadır. Bunun yanında ticaret bankaları, çeşitli finans şirketleri de faizsiz ürün sunabilmektedirler. Yetkililer bu sektörün gerekliliğinin o kadar bilincindedirler ki, Malezya’da faizsiz sistem için ayrı bir mevzuat, ayrı düzenlemeler, ayrı hukuk kurallarına ve denetime tabi olma yolunda altyapı çalışmalarında bulunulmuştur. Bu yönüyle diğer ülkelerdeki faizsiz bankacılığın daha da ötesinde, daha zengin bir altyapıya sahip, dünyanın finans merkezi olma yolunda önemli adımlar atılmıştır. Bu ülkede faizsiz bankacılığın bu denli çıkış yapmasının nedeni ise faizsiz bankacılık konusundaki mevzuatının, altyapısının sağlam temellere oturtulması olarak görülmektedir.

Ekonomilerin Vazgeçilmezi Olma Yolunda
Dünyada ulaştığı hacim 300 milyar USD’ye yakın olan faizsiz bankacılık; yukarıda açıkladığımız faiz hassasiyeti, bazı ürün avantajları, kredi geri ödemeleri ve reel sektöre katkıları gibi birçok nedenden dolayı Türkiye’de ve dünyada gün geçtikçe yaygınlaşmaktadır.
1970’li yıllarda dünya çapında görülen petrol krizi de çok ciddi boyutlara ulaşırken, çoğunluğu petrol üreticisi ülkelerin bulunduğu körfez bölgesinde petrol fiyatlarının artmasıyla büyük ölçüde sermaye birikimi başladı. Buradaki yatırımcılar yatırımlarını, İslam dininde faizin caiz olmamasından dolayı faiz etkisi dışında bir alanda değerlendirmek istediler. Bu konudaki talep önemli seviyelere ulaştığında Körfez bölgesinde faizsiz bankalar da yavaş yavaş faaliyete başladılar. Ayrıca 11 Eylül saldırıları ile ABD’den kaçan sermaye de yine bu bölgedeki sermaye birikmine katkı sağlamıştır. İşte bu artan sermaye birikimi; sadece bu bölgede değil, yukarıda da değindiğimiz birçok ülkede faizsiz bankacılık girişimlerine neden olmaya başlamış ve her ülkenin sahip olduğu Müslüman gruplarının tasarrufları yanında körfez sermayesinden pay alabilmek için de türlü çalışmalara başlamışlardır. Bu çalışmalara başlamayan ve alt yapısını hazırlamayanların güne ayak uydurmaları neredeyse imkansız olacağı için faizsiz bankacılığın ekonomide vazgeçilmez bir unsur haline gelmeye ve dünya çapında yaygınlaşmaya başlaması, çok doğaldır.

Bunun yanında ekonomilerde faizlerin düşmesi ve enflasyonun tek haneli rakamlara inmesi de mevduat bankalarını ister istemez gerçek bir rekabetin içine sokmuş, mevduatlarını artırabilmek için kendi sahasında ürünler üretmenin yanında faizsiz bankacılık ürünlerinden faydalanmak zorunda bırakmıştır. Citibank, HSBC, Deutshce Bank, Union Bank of Switzerland gibi bazı mevduat bankaları pastadan pay alabilmek için faizsiz yöntemle bankacılık da yapmaya başlamışlardır. Bu örnek ise faizsiz bankacılığın ne derece önemli, ne derece artık zorunlu ve ne derece vazgeçilemeyecek bir sektör olacağını gösteren en çarpıcı örnektir.
5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 2005 yılının sonlarında yürürlüğe girmesiyle Katılım Bankaları ismini alan, eski adıyla Özel Finans Kurumlarına yani faizsiz bankacılığa ilgi gün geçtikçe artmaktadır. Bunun altında yatan sebeplerin en önemlisi dinsel-faizsiz bankacılık hassasiyeti- olduğu gibi, günümüzde daha çeşitli faktörler de olabilmektedir. Bunun yanında Katılım Bankalarının alternatif banka olarak görülmesi ise yapılacak analizlerin sağlıksız olmasına ve de bu bankaların amacının dışında, sıradan bir mevduat bankası gibi görünmesine neden olacaktır. Halbuki Katılım Bankalarını alternatif bir banka olarak değil de sistemi tamamlayan, mevduat bankaları ve yatırım-kalkınma bankalarının yanında yeni bir tarz banka olarak düşünürsek çok daha yerinde ve bilimsel analiz yapmış ve reel sonuçlara ulaşmış oluruz.

Mehmet Ali CANDOĞAN - 2010

Karz-ı Hasen

Karz, kelime anlamı olarak borc veya ödünç vermeyi ifade eden Farsça kökenli bir kelimedir. Hasen kelimesi ise, güzeli, iyi, hoş olanı anlatan bir kelimedir. Karz-ı Hasen kelimesi, güzel borç olarak tanımlansa da aslında gerek Katılım Bankacılığı gerekse İslam inancına göre, faizsiz olarak veya herhangi bir karşılık alınmadan verilen borç parayı ifade etmektedir.
Karz-ı Hasen aslında bir sosyal sorumluluk projesi ve özellikle ekonomik hayatta karşılaşılan zorluklara çare olarak ortaya çıkan bir sistemdir. Borç alan kişinin maddi açıdan sıkıntıya düşmesi veya ödeme güçlüğü çekmesi hasebiyle borcunu ödeyememesi durumlarında devreye giren ve borçluya herhangi bir karşılık (kar payı, komisyon, faiz vb.) alınmadan verilen borç, Karz-ı Hasenin konusunu oluşturmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'in muhtelif yerlerinde de Karz-ı Hasenden bahsedilmekte ve bu tür verilen bir borcun hikmeti hakkında bizlere bilgi verilmektedir. Konu ile ilgili bazı ayetler şunlardır:
"Allah'a, kat kat karşılığını artıracağı güzel bir ödünç takdiminde kim bulunur? Allah hem darlaştırır, hem bollaştırır; Ona döneceksiniz" (Bakara Suresi 2 / 245)
"Eğer namazı dosdoğru kılar, zekatı verir, peygamberlere inanır, onları desteklerseniz ve Allah'a güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanları Allah rızası için borç verirseniz) andolsun ki sizin günahlarınızı örterim..." (Mâide, 5 / 12)
"Eğer Allah'a güzel bir ödünç takdiminde bulunursanız, onu sizin için kat kat yapar, sizi bağışlar; Allah, şükrün karşılığını verendir; halimdir" (Teğâbun, 64 / 17)
Konuyu bankacılık alanında değerlendirecek olursak, günümüzde faizsiz bankacılık sistemi içerisinde faaliyet gösteren Katılım Bankalarının (eski adıyla Özel Finans Kurumları), çok sayıda müşteriye Karz-z Hasen Kredisi adı altında kısa vadeli, karpaysız ve komisyonsuz kredi kullandırdığı görülmüştür. Bu sayede müşterilerinin kısa süreli finansal sıkıntılarını çözmeye yardımcı olmaya çalışılmış ve onlara ekonomik anlamda canlılık kazandırmayı amaçlanmıştır.
Sonuç itibariyle ülkemiz insanı tarafından pek bilinmeyen bir kavram olarak Karz-ı Hasen'e, faiz batağına saplanmamak için fahri bir yardımlaşma türü olarak sosyal ve ekonomik kurumlarda işlerlik kazandırılması gerekmektedir.
Bu güzel geleneğin sürdürülmesi ve geniş kitlelere yayılması temennisiyle...
Muhammet Kürşat ÖZTÜRK, 08.12.2010, İstanbul

3 Haziran 2016 Cuma

Mübadele-Değişim Denklemi ve Zekat

Zekat ibadeti ile iktisadın önemli teorilerinden olan Mübadele Denklemi (Amerikalı ekonomist Irving Fisher) arasında bir ilişki kurulabilir mi?

Piyasada belirli miktarda para vardır. (M)
Mal ve hizmetlerin bir fiyatı vardır. (P)
Ticaret sonucunda taraflar arasında mal/hizmet ve para akışı olur. (T)
Para belirli bir hızda taraflar arasında el değiştirir. (V)

Paranın dönüş hızı ile kurgulanan bir denklem vardır. Mübadele-Değişim Denklemi (Fisher)
M.V= P.T

Burada; 
M : Dolanımdaki para miktarını,
V : Paranın dolanım hızını, 
P : Fiyatlar genel düzeyini,
T : Ticari İşlem hacmini (üretim tüketim) belirtmektedir. 

Ticaretin doğal bir sonucu olarak para bazı taraflara doğru diğerlerinden daha fazla birikir.
Bu durumda bir kısım taraflar zengin olarak adlandırılacak parasal birikime sahip olurlar.
Paranın bu birikimi yukarıdaki denklemi etkileyecek şu sonucu ortaya çıkarır: "ticari hayattaki paranın el değiştirme hızı yavaşlar."

Ticari hayat için paranın dönüş hızının yavaşlaması diğer koşullar değişmedikçe piyasalar için olumsuzdur.

Para, ticari hayatın doğal bir sonucu olarak bir tarafta toplanabiliyor ve bu durumda V düşüyor.

O zaman, ya (M) (Para arzı) yükselmeli.
Ya (P) (Fiyatlar genel düzeyi) düşmeli
Ya da (T) (Ticari işlem hacmi Üretim-tüketim) düşmeli.

Oysa, bu sorun için yukarıdaki seçeneklerin dışında bir çözüm daha var:

Evet, Para arzını arttırmaya gerek olmadan, Fiyatlar genel düzeyinin düşmesini beklemeye gerek olmadan, üretim-tüketim işlemlerinin azalmasına gerek olmadan bir yol daha var.

Zengin olarak adlandırdığımız paranın biriktiği taraftakilerin, ellerinde biriken paranın bir kısmını, elinde parası az olanlara doğrudan vermeleri. Para, zenginden fakire doğru hareket edecektir.

Zekat vermek suretiyle, Paranın dönüş hızını (V), ticari hayatın dışındaki bir uygulama ile arttırabilmek mümkün.

Bu durumda, zekatın paranın dönüş hızının yavaşlaması karşısında bir emniyet çıkışı görevi gördüğü ortaya çıkıyor.

Zekat müessesesi çalışınca V artacak, hiç olmazsa eski haline geri gelecektir.

Bu hipotezin tutarlılığını ortaya koymak için, oransal analizlere de ihtiyaç olacak. Özellikle, zekatın 1/40 oranının (V) ile ilişkisini ortaya çıkarmak için kardinal analizler yapılması gerekebilir.


1 Haziran 2016 Çarşamba

Fayda Teorisinden Zekat Çıkar mı?


İktisadi literatürde yer alan Fayda Teorilerinden yola çıkarak Zekat İbadetine ulaşabilir miyiz?

Kardinal Fayda Teorisi temel olarak üç varsayım üzerine inşa edilmiştir;
Toplam Fayda: Kişinin bir dönem boyunca bir malın tüketiminden elde ettiği faydaya verilen addır.

Marjinal Fayda: Kişinin her ilave birim mal tüketmesi sonucu toplam faydada meydana gelen değişikliktir. Toplam fayda fonksiyonunun birinci türevi bize marjinal faydayı verir.

İktisadi olarak insan tüketicidir.
Tüketicinin gelirinin tümünü harcayarak faydasının maksimize ettiği duruma tüketici dengesi adı verilir. Tüketici, gelirini harcamak suretiyle mal ve hizmet satınalır ve bunlardan fayda elde eder. 

Marjinal Fayda tanımına göre; 

Tüketicinin belirli bir dönemde kullandığı mal veya hizmet miktarı arttıkça, elde ettiği (her ilave tüketim için) fayda azalır. Marjinal faydanın tüketilen her yeni birim için öncekinden daha az olması durumuna "AZALAN MARJİNAL FAYDA" ilkesi adı verilir. Örnek verecek olursak; tüketicinin ilk yediği dondurmanın faydası ile 1 saat içinde yediği 5. dondurmanın sağladığı fayda aynı değildir. Satınaldığı ilk evin sağladığı fayda ile 5 yıl içinde satınaldığı 5. evin sağladığı fayda aynı değildir. İlk satınaldığı otomobilin faydası ile 5. otomobilin faydası aynı değildir.

Marjinal faydanın artık “sıfır”’a eşit olduğu duruma ise “doyum noktası” adı verilir. Sahip olduğu gelir ile satın alabileceği en iyi mal sepetini satın almayı amaçlayan bir tüketici, bir malı doyum noktasından sonra satın almayacaktır.

Öyleyse;

Yüksek gelire sahip olduğu için, bir maldan fazla fazla almak bir yerden sonra artı bir fayda sağlamıyor. Ama o gelirin bir kısmını ihtiyacı olanlara vermek suretiyle, ihtiyaç sahiplerinin yeni harcamalar yapması, marjinal değeri yüksek faydalar elde etmesi sağlanabilecektir. Harcanan para miktarı değişmeyecek ancak ekonomi için artı fayda üretilmiş olacaktır.

Yüksek gelir sahiplerinin, kullanılmayıp artan ve tasarruf ya da yatırım için tuttuğu gelirlerinin bir kısmını, bu parayı ihtiyaçları doğrultusunda kullanacak tüketicilere vermesi, çok basit bir mekanizma ile "Toplumun Toplam Faydasını" arttırmış oluyor.

Toplumun Toplam Faydası= Zenginin Elde Ettiği Fayda+Fakirin Elde Ettiği Fayda

Hem Tüketici Dengesi için hem de gerçek hayatta amaç Fayda Maksimizasyonu değilmiydi!

Tüketicinin gelirinin tümünü harcayarak faydasını maksimize ettiği duruma tüketici dengesi adı verilir. Bu tanım da şunu ifade ediyor: gelirin tümünü harcamak kişisel fayda maksimizasyonu için gerekli. Hangi maldan ne kadar tüketmesi faydasını maksimize edecek bunu piyasa koşulları ile birlikte belirliyor. Toplum için de aynı şey geçerli. Gelir/para elde tutulmamalı. Kullanılmalı. Sen harcadığında artık bir faydası olmuyorsa, başkasına verip bu gelirin harcanmasını sağlamak "artı" bir fayda oluşturacaktır.

Başkasının elde ettiği faydanın zekat verene faydası nedir?

Manevi tarafı ayrı bir konu...





31 Mayıs 2016 Salı

İslami Kriterlere Göre Faiz Nedir?

İktisat bilimi çerçevesinde en genel ifadesiyle faiz, paranın zaman değeri olarak ifade edilir.

Parayı da bir mal gibi düşünürsek, paranın belli bir zaman süresince kullandırılmasının fiyatı faizdir.

İslami literatürde ise;

Faiz, hem para hem diğer mallar için söz konusudur.

Faiz, hem Borç işlemlerinde hem de Alışverişte söz konusu olur.

Borç olarak verilen bir şeyin, bir vade sonunda, birden fazla şey olarak ya da birden fazla şey karşılığı bir parasal değerle geri alınması durumunda borç faizi ortaya çıkar.

Borç işleminde, borç veren lehine, anapara dışında herhangi bir menfaat sağlanması da faizdir.

Alışverişte ise, aynı cins mal veya paranın, mübadele anında miktarlarının farklı olması ya da aynı cins ya da farklı cins olsa bile, vade söz konusu iken vade sonunda miktarlarının bugünkü olması gereken miktarlarından farklı olması durumunda faiz söz konusudur.

Hatta, mübadele edilen aynı cins malın, bir vade sonunda yine aynı cins ve miktardaki mal ile mübadelesinin söz konusu olduğu alışverişte de faiz söz konusudur.

Para borcunda asıl olan, verilen para kadarını vadesinde geri vermektir. (Enflasyon kaybı ayrı bir konu)

Bir alışverişte veya borç işleminde, vade söz konusu ise, asıl olan bugünkü değerinden satmak, vade tarihindeki değerinden satın alıp borcu ödemektir. Diğer bir ifade ile araya paranın girmesidir.

Bir malın veya paranın, başka bir mal veya para ile, ya da bir malın bir para ile mübadelesinde, vade söz konusu değil ise, miktar farklılıklarında hiç bir faiz söz konusu değildir.

NOT: Yazılanlar çok güvenilir kaynaklardan alınmıştır.

29 Mayıs 2016 Pazar

İslam Literatüründe Bahsi Geçen Faiz Kavramı Üzerine...

İslami literatürde faiz kavramı, hem para hem de mallar için kullanılmakta olup, kesinlikle iktisadi anlamda bahsedilen faizden daha geniş kapsamlıdır.

İslami açıdan faiz olarak adlandırılan şeyler, alışverişin ve ticaretin işleyişini, ahlakını ve adabını bozar. Çünkü taraflardan biri için haksız bir kazancı, diğeri için ise haksız bir kaybı ifade etmektedir.

Bu faiz aynı zamanda, ticaret sayesinde tarafların elde ettiği karşılıklı kazancın kaybıdır.

Ticaret, faizden farklı olarak, her iki tarafın rızası ile yapılır, her iki taraf da bir fayda elde eder ve her iki taraf da kazanır. Bir taraf ihtiyacı olan mal ve hizmeti almış olur, diğer taraf ürettiği mal ve hizmeti satmış olur.

Oysa, Faiz nedeniyle öyle bir mekanizma işler ki, sonucunda taraflardan biri mutlaka kaybeder. İki tarafın aynı anda kazanma ihtimali faizli bir işlemde yoktur.

Şöyle ki;

Bir ticari iş için faizle borç alındığını varsayalım. Vade sonunda borç verene ödenen faiz, ticaret sonucu elde edilen kardan yüksek ise faiz ödeyen kaybeder, ödenen faiz, ticaret sonucu elde edilen kardan düşük ise faiz alan kaybeder. 100 TL borç veren bu parayı ticarette kullansaydı 40 TL kazanacakken, bu parayı birine %30 faizle verse kendisi kaybetmiş olur, %50 faizle verse karşısındaki kişi kaybetmiş olur. Her durumda ülke ekonomisi kaybetmiş olur. Tabi ki genelde, hele ki zorunluluktan kaynaklanıyorsa, faiz ödeyen kaybeder.

Dahası da var.

Toplumun elindeki para ve mallarla yapabileceği ticaretten toplam kazancı 100 ise, faiz uygulamaları nedeniyle bu kazancın bir kısmı gerçekleşmez. Ekonomik varlıklar verimsiz kullanılmış olur. Faiz uygulamaları nedeniyle, kimileri ellerindeki parasal değerleri tüketim ya da yatırıma yönlendirmeyecek, kimileri de faiz riskini üzerlerine alarak yatırım veya tüketim yapacaktır. Elinde parasal imkan olanlar üretmemeye, parasal imkan olmayanlar da çalıştıklarından daha azını kazanarak üretmeye başlayacaktır.

Ekonomik varlıkların ihtiyaç dışında piyasadan çekilerek biriktirilmesi, elde tutulması, yastık altında saklanması ekonomiye zarar verir. Peki, bu durumda şu soru ortaya çıkmaz mı? Parayı dolaştırmadan elde tutmaktansa birilerine faizle borç versek ekonomi için daha iyi değil mi? Ticarete konu olan işlemler piyasadaki para miktarından elbette ki etkilenir. Ancak, piyasada faizle alınan para ile yapılan işlemlerde zarar ve kayıp kesindir. Ve bu işlemler artık faiz ile yapılıp bitmiştir. Kullanılmayan parada da bir kayıp vardır ama bu paranın kullanılmaması nedeniyle yapılamayan ticari faaliyetler hala varlığını sürdürmektedir ve bu kayıplar zekat-sadaka müesseseleri ile telafi edilebilir. Ayrıca, Karz-ı Hasen uygulaması bu sorunun çözümüne bir nebze olsun fayda sağlayabilir. Karz-ı Hasen, güzel borç demektir, faiz talep etmeksizin, ihtiyacı olana borç vermek. Ütopik gelebilir ama bu tür bir finansman uygulamasının İslami literatürde yeri var.

Faiz üzerine söylenecek çok söz var.
Yasak olduğu kesin.
Neyin faiz olup neyin olmadığı konusunda ise bilgi eksikliği var.